Bu Blogda Ara

Hatıralar

                      Köyün Çapraz Memedi ve Bahçeci Hoca
    [Mehmet Göçer'in Un Sandığı-2 adlı kitabından; Aktaran: Hacı (Betteş) Mehmet DOĞAN]

        

   Suyundan mı dır? Soyundan mıdır? Havasından mıdır? Bilemem. 1920'lerin bölge başpehlivanı Demircilik'li Şamoğ ve Âlembey'li Durdu Çavuş (Gök) gibi büyük pehlivanlar ile güreşen Hacı Memet Özdemir'i çıkartan Güblüce köyü, kuruluşundan 70 yıl kadar sonra, bir camızın gücünden fazla denecek güce sahip bir de Çapraz Memet (onun sülâlesi soyadı tarihinde Alpay soyadını aldığı bilinmektedir) çıkartmıştır. Nevar ki Çapraz Memedin güreştiğine dair bilgi edinemiyoruz. Fakat çok güçlü olduğunu ballandıra ballandıra söz eden muhteremler, Çapraz Memed'i şöyle tarif etmektedirler: Hacı Memed'in yaptığı güreşler köy halkınca bugün yapılan bir güreş gibi nasıl konuşuluyor, ondan bahsediliyorsa, çok önceleri yaşayan, bir camızın gücünden fazla gücüne sahip olduğu israrla konuşulan Çapraz Memed'in gücü de öyle konuşulmaktadır. Örneğin; “buyur, sık bakalım” diyenin elini sıktığında parmağından kan çıktığı söylenmektedir. Bağ belleme (kazma, çapa), ekin biçme ve benzeri amele işlerinde üç, hattâ dört kişinin yaptığı iş kadar iş yapar. Çapraz Memed'in bir gün, köyün kuzey tarafı Göyboynu mevkiinde otlayan ineğinin bacağı kırılır. Mesafe enaz bir saatlık yol. Bu ineği omuzuna alarak köye kadar getirdiği unutulmayan anılarından.

Çapraz Memed, odalarına ilaveten ahır ve samanlığı da birlikte çok geniş bir evi var. İşinde de çok titiz. Kışın malların yem hazırlığına başlandığı zaman otun temiz saman olması (ot samanı) için özen gösterir. Buna bir çare düşünür. Ne yapsa beğenirsiniz? Damın üzerini harman yeri.. Evet, yanlış duymadınız, evin damının üzerini harman yeri yapar. 
Çocukları çağırır. Biçilen otların dama yığılması talimatı verir. “Baba öküzler dama nasıl çıkacak? Bu olacak iş mi?” demelerine karşın; ”siz ona karışmayınız.”der. Otun dama yığılmaya başladığını gören Güblüceliler; “Çapraz Memed kafayı üşütmüş. Dama ot çekip harmanı orada sürecek miş. Öküzleri merdivenle mi çıkartacak? Bu akıl kârı mı?” diye kınayan kınayana. Kısaca herkes Çapraz Memed'i konuşuyor. Durumu duyan yakın köyler halkı da bu durumu apaçık kafa üşütmeye bağlar. Derken ot çekimi tamamlanmıştır. Sıra öküzlerin düven (gem) sürmesine gelir. İlginç manzarayı seyretmek için Köylü de toplanmıştır. Düven tahtası ve öküzlerin koşulmasını sağlayacak olan boyunduruk ve samı bağları hazır. Öküzler de getirilmiştir. Damın yüksekliği Çapraz Memed'in döş barabarında (Hizasında). Yıllanmış kocaman öküzleri kucaklayıp dama koyar. İzleyiciler hayretler içinde kalır “ MAŞAALLAH!” Çekip dağılan Güblüce halkı o yıllardan beri bu anıyı söz edip konuşurlar. 
Söz, Güblüce'nin yetiştirdiği belli şahsiyetlerinden açılmışken, Maraş'ın ünlü Bahçeci Hoca'sından da bahsetmeden geçemiyeceğim.
Kahramanmaraş ili Elbistan ilçesi Güblüce köyü Delibekirliler (Kaya) gabilesinden Muhammed-Ayşe çiftinden 1881 yılında dünyaya gelen, yedi yaşlarında yakın akrabasının çağrısı üzerine oturmakta olduğu Maraş'a giden, bağ-bahçe işinden iyi anladığı için bu işlerde çok çalışan ve bu sebeple bazen “Bahçeci Osman” Bazen de “Elbistanlı Bahçeci” diye çağrılan Osman Efendi, erginlik çağına geldiğinde Elmacık (Hartlap) köyünden Mustafa-Fatma ailesinin kızı Huriye ile evlenir. Bu evlilikten dört kız iki erkek çocuk babası olmuştur. Bunlardan birisi okuyup âlim, aynızamanda şair olup il ve çevresi bazında büyük üne kavuşan Bahçeci Hoca'nın esas adı Muhammed Kâmil'dir. Babası ve dedesinin soyadı Kaya olmasına rağmen, soyadı döneminde bu aile Ağdaş soyadını almıştır. 1909 yılında Maraş merkezinde dünyaya gelmiştir. Maraş Müftüsü Hafız Ali Efendi, Güllü Hoca (Hafız) Efendi, Hacı Şâkir Efendi, Hakkı (Hoca) Efendi hocalarıdır. Arının çok çiçekten bal aldığı gibi adı geçen muhterem ilim sahiplerinden kademe kademe ders almıştır. Böylece, okumaya son derece önem verip kendini ilme adayan, öğrencilik döneminden sonra kitap okumaya özen gösteren, Yunus misâli güzel şiirler yazan Muhammed Kâmil Efendi, hâl ehli kişilerle düşüp kalkmaya başlar, derken manevi cephede adı konuşulanlar içinde yer alır. Bu yolda öyle mesafe almış ki, âdeta Maraşlıların gönül dostu olmuştur. Gönüller dostu zatı muhterem, bununla da kalmamış, bir taraftan da çocuk okutmaya başlamıştır. Babası gibi bahçeciliği bilhassa gül yetiştirmeyi çok sevmesi ve de baba mesleği olması dolayısıyla, halk tarafından Bahçeci Hoca adı verilmiş ve gönüllere tesçil edilmiştir. Esas adının Muhammed Kâmil olduğunu çok yakın dostları dışında kimse bilmemektedir. Esas adıymış gibi; Bahçeci Hoca geldi, Bahçeci Hoca gitti. Bu takma ad, ölümünden sonra da devam etmektedir. 
Eğitimci Yazar Ömer Kaya'nın “Bahçeci Hoca” adı ile Kahramanmaraş-Ukde Yayınlarınca bastırılıp 1999'da yayınlanan 340 sayfadan oluşan kitaptan edindiğimiz bilgiye göre, Bahçeci Hoca'da okuyan, isimleri kısmen tesbit edilen erkek öğrenci sayısı doksanaltı'dır (96). Bunlardan bazıları; Eczacı- Belediye eski başkanı ve eski milletvekili Ahmet Uncu, (eşi ve halası dahil), Konya müftüsü (emekli) İsmet Karaokur, vaiz Remzi Kirişçi, Mimar mühendis Nurettin Abama, emniyet müdürü İsmail Güzeldemirci, Emekli Müftü Halil Bilginer, bedesten çarşısının sahibi Hacı Ahmet Şirikçi, Avukat Metin Şirikçi ile altı öğretmen başta içlerinde dört fabrikatör, kuyumcu ve akla gelebilen hemen her meslekte iş adamı ve belli şahsiyetler. Birisi bayan otuz (30) da hafız yetiştirdiği kayden sabit. 1909'da Maraş'ta dünyaya gelen, 03 Aralık 1966 yılında vefat eden Ahmet Kâmil Ağdaş'ın en önemli yanı tüm Kahramanmaraşlıların gönlünde taht kurması, gönüllerini fethetmesi, arkasından da halen rahmetle anılmasıdır.
Ruhları şâd olsun     
                  
                                   

                                        Barutlu Sigara
[Mehmet Göçer'in Un Sandığı-2 adlı kitabından; Aktaran: Fevzi DOĞAN (Ali YANIK'ın yeğeni)]


“Barutlu sigara da mı olur?” diyenler olacak elbette. Ama, iş şakaya dökülünce, barutlu sigara da olur, dinamitli sigara da olur. İlginç barutlu sigara olayı Elbistan'a bağlı Güblüce köyünde yaşanır, durum şöyle seyreder:
Köyün hatırı sayılanlarından Hüseyin Doğan ve de Yanık Ali namı ile anılan Ali Yanık, yani her ikisi de şakayı sevenlerden. Bunlar tam kafa dengi, çok samimi dostturlar. İçtikleri su ayrı gider. 1970 yılı Nisan'ın 5'i. Birbirinin bağ komşusudur. İkisi de bağ bellemeye (çapa yapmaya) giderler. Tabiî herkes kendi bağını bellemekte olup, diğer komşular da aynı hizmeti sürdürmektedirler bağlarında. Bir ara dinlenmek için mola verirler. Hüseyin bu sırada bir muziplik düşünür. Sardığı sigaranın ortasına bir miktar barut koyar. Bunu, Yanık Ali'ye içirmenin için bir oyun düşünür. Sigara elinde, yanına varır. Gûya, kendisinde ateş yokmuş, yanan sigarasını ister. Yanık Ali bu durumdan huylanır. Çünkü hem çakmağı hem de kibriti olduğunu biliyor. ”Bunda mutlaka bir pislik var” deyip kafasını çalıştırır. Hüseyin, sigarayı vermek isterken, Yanık Ali el çabukluğu ile Hüseyin'in sigarasını yakıp geri kendisine vermeyi başarır. O sanar ki barutlu sigara Yanık Ali'ye geçti. Keyfine göre herkes sigarasını içmeye devam eder. Hüseyin,Yanık Ali'nin ağzındaki sigaranın patlamasını heyecanla beklemektedir. Nevar ki tam bunun aksi olur; az sonra kendindeki sigara birden ağzında patlar. Bıyık baştan başa ütülür. Böylece, kendi kazdığı kuyuya kendisi düştüğünü anlar. Buna rağmen, olayın şokundan dolayı Yanık Ali'ye de bir haylı sinirlenir. Etrafta, diğer bağ belleyenler durumu anında görmeleri ile kahkahalarla gülerler. Gülmekten yere yıkılanları da gören Hüseyin Efendi, “ben ettim, ben buldum” demekten kendisini alamaz. Durumu sonradan öğrenen eşi muhterem Elif Doğan Hanımefendi; "Yanık Ali'ye barutlu sigara oyununu duydum. Kabak senin başına patlamış. Oh! Amma iyi olmuş, eden bulur" demekten kendini alamayarak tepkisini dile getirir.

Kaynak; Ali Yanık'ın yeğeni emekli, Fevzi Doğan.
Not; Durum o yıllardan beri konuşulur, yeri geldikçe söylenip gülüşerek ruhları şâd edilir. Biz de diyoruz ki, ruhları şâd olsun.





                              Av Niyetine Cırrık Kuşu
[Mehmet Göçer'in Un Sandığı-1 adlı kitabından; Aktaranlar: Hacı Yusuf BOYNUEĞRİ ve Mustafa DOĞAN (Berber)]



İlginç, cırrık kuşu avlanma olayı, 1960'lı yıllarda, Kahramanmaraş ili Elbistan ilçesine bağlı Güblüce köyünün Belendibi mevkiindeki Emir Şaban'a (Öztürk) ait tarlada yaşanır.
Emir Şaban, oğlu Mehmet Öztürk ve Ufo Ali namı ile anılan aynı zamanda damadı olan Ali Özdemir'le birlikte ekin (buğday) biçmektedirler. 
Olacak ya, profesyonel avcı gibi önünden kalkan bir cırrık kuşunu, Ufo Ali elindeki kalıç'ı (orak da denir) atması ile boynuna isabet edip yere düşürür. Baş ve döşündeki işaretlerden erkek bir cırrık olduğu anlaşılır (serçeden iri bir kuş).
Eti yenir yenmez lafı açılır. Emir Şaban; damadı Ufo Ali'ye; “Sen bunu av niyetine mi vurup düşürdün?” diye sorar. Ufo Ali; “Baba, bu benim eşime dolanmadı. Anama, bacıma (kız kardeşi) dolanmadı. Elbette av niyetine atıp düşürdüm" der. Av niyetine atmasaydı eti yenmezdi fetvası vereceği anlaşılan Emir Şaban; kalıçla, cırrık kuşunu havada vurup düşürme kahramanlığını (!) elde eden damadına; “Öyleyse yiyebilirsiniz” der. Haydi gülmeyiniz, haydi bir anlık da olsa stres atmayınız.
Kaynak; Berber Mustafa Doğan, eski muhtar Yusuf Boynueğri. 
Not; Elindeki Cırrık Kuşu erkek. Ufo Ali'nin yukarıdaki ifadesine göre; av niyeti dışında, bu kuş, bir de namusuna dolansa öldürebilirmiş anlamı çıkmaktadır. İşte Avrupalı ile Türk insanının izzeti nefs derecesi… Avrupalıya özenerek, zinayı suç olmaktan çıkartanların kulakları çınlasın.

                    


                    Şamoğ ile Hacı Memed'in Güreşi
[Mehmet Göçer'in Un Sandığı-1 adlı kitabından; Aktaranlar: Ali Haydar Temur, İsmail Özdemir ve Hacı Mustafa DOĞAN (Muhtar)]

Ecdadımızın güreşe çok önem verdiği tarihen sabittir. Hattâ; “Daha dün” diyecek kadar yakın 1960-70'lerde güreşsiz düğün olmazdı. Ayrıca bölgenin belli ağaları arasında iddialı güreş tertiplenir, her ağanın seçtiği pehlivanlar güreşir ve kazanan taraf onunla öğünürdü. Bunu halen yaşlılarımız bilmekte, yeri ve zamanı geldikçe tatlı tatlı anlatmaktadırlar.
Başlıkta sözü geçen: bölgede adı konuşulan iki büyük pehlivanın güreş olayı, 1915'de, Til (şimdi Akbayır adı ile kasaba) köyünde yaşanır. Güblüce köyünden olup, halen Elbistan'da oturan, TKİ'den emekli yeğeni İsmail Özdemir ve eski muhtar Mustafa Doğan'dan bizzat dinlediğim, onların da babalarından bizzat dinledikleri, köy halkının da halen sözünü edip kritiğini yaptığı olay şöyle seyreder:
Hacı Memet, ağır sıklete sahip, Güblüce ve havalisinin, ağırda güreşen en genç ve de son günler ve aylarda adı çok konuşulan, girdiği güreşlerde şalvarı alan pehlivanlardan. Güreşe öyle merak sarar ki; sık sık Belen tepesine çıkıp davul sesi dinler. Yer yüksek, ova da enginde olduğu için hangi köyde düğün varsa bil ki orada güreş var kabul eder Hacımemed. 
Davulun sesine göre yola çıkar, davulun sesine göre köyü bulur, beklediği güreşe katılır ve de yüzde doksan şalvarı alıp gelir. Belen tepesine son çıkıp dinlediği davul sesi Til köyünden gelmektedir. Bunu anlar anlamaz gitmeye hazırlanır. Durumu gören Tahirağa “DOĞAN” (Maraş'ın kurtuluş harbinde çete reisliği yaptı ve büyük yararlıklar gösterdi. Bu tarihen sabit) ile babası Ali efendi; “ Hacı Memet, gel sen bu Til köyü düğün güreşine gitme. Oraya çok tecrübeli ve senden birkaç yaş önde, kartalmış pehlivanlar gelebilir. Sen daha yeni yetişiyorsun.” diye öğüt de bulunurlar. Ne mümkün. Gitmekte kararlı. O zaman, Tahirağa şöyle der; “Madem israr ediyorsun. Haydı git. Allah gücünü ve kuvvetini artırsın. Şalvarı alıp dönersen, Belene gelince iki el silah sık. Biz seni köycek, düğün bayram şenliğiyle karşılayalım” şeklinde tembihte bulunur.
Hacı Memet; Til köyündeki güreşe katılan ve de başa güreşecek olan başpehlivanlardan en genç ve diğer deyimle en yeni yetişeni. Buna rağmen başa soyunur. Rakibi Alembeyli Kör Durdu, namı diğeri Durdu Çavuş. Güreşin zirvesinde, yıllardır sesini duyuran, adını konuşturan adam. Kapışırlar. 1-2-3 dalıştan sonra, Durdu Çavuş, meşhur Elbistan çangalını takar. Sırtı üstü yere yıkması gerek. Ne var ki, başaramaz. Sanki bir kaya. Tecrübe sahibidir. Hemen sırtını tapışlar. “Maşallah!.. Genç olmana rağmen çok güçlüsün. Meydanı sana bırakıp ben çekiliyorum” der. Durdu Çavuşun köylüsü Firikçi Ali de başa güreşenlerden. Durdu Çavuşun sahadan ayrılışına sinirlenip kendisi soyunur. Kapışırlar. Ne var ki, Hacı Memet gerçekten yenilecek gibi değil. Firikçi Ali'yi de yıkan Hacı Memet sahaya diz çöküp oturur. Bu; “Göğsünden atan varsa buyursun” demek. Bir grup fiskos yapar: Neticede Şamoğ'un gelmesine karar verirler. Hemen Demircilikli Şamoğ'a bir at gönderilir. Yer yakın olduğundan biraz sonra Şamoğ gelir. İki dev pehlivan meydana çıkar. Bu sırada, Şamoğ; “ Bak, sen gençsin. İyi dinle; benim bir kafa vurma maharetim var. Dedi, demedi deme.” Diye bir göz dağı verir. O da; “Serbestsin, vurabilirsin” der. Bir peşrev (Perdah) çekip, güreş yeniden başlar. Heyecan dorukta. Kıran kırana bir güreş. Öyle bir an olur ki, aşırı yorgunluktan ikisi de bayılır. Cazgır (Hakem) davulu durdurur. Biraz ara verir. Daha sonra yüzlerine su serperek ayıktırır. İki dev pehlivan yeniden kapışır. Bu sırada Şamoğ söz ettiği kafayı vurur. Hacı Memet; “O anda gözlerimden çıngı sıçradığını hissettim” diye söz etmiştir. Bu kafa vuruşa rağmen Hacı Memedin güreşe devam ettiğini gören, son derecede de yorulan Şamoğ, Kördurdu gibi O da çok aşırı yorulduğundan sahadan ayrılır. 
Şalvarı alan Hacı Memet Belen'e geldiğinde havaya iki el silâh atar. Tahirağa derhal köylüyü toplayıp yoğun bir kalabalık oluşturarak Hacı Memedi törenle karşılar. Bu durum Güblüce halkına düğün-bayram havası yaşatır. Bu sevinç günlerce konuşulur, halen de sözbaşı geldikçe konuşmaktadırlar. Fakat, ne üzücü ki, Hacı Memedin, Şamoğ'un vurduğu kafadan aldığı darbe sonucu başlayan başındaki ağrı gittikçe artar ve iki yıl süren ızdırap sonucu vefat eder.
(Şamoğ'un yegeni, köyün bir zamanlar muhtarlığını da yapan Ali Haydar Temur'un bizzat anlattığına göre, Şamoğ Temur, 1928'de 48 yaşında vefat etmiştir.)
Not, 16 yaşlarında güreşe merak saran, her yıl ve hemen çok düğünde şalvarı ala ala bölgede üne kavuşan, 30 yaşlarında vefat eden Hacı Memedi, Güblüce halkı halen unutmuyor, yeri ve zamanı geldikçe ondan sitayişle bahsediyor, O'nunla övünüyor. Ruhu ve ruhları şâd olsun. Âmin. 





Çapıt Ahmet
[Mehmet Göçer'in Un Sandığı-1 adlı kitabından; Aktaran: Hacı Mustafa DOĞAN(Muhtar)]


          

            Bir Kurt Vurma Yüzünden, 10 Ay Dul Kalan Çift
        (Mehmet Göçer'in Un Sandığı-2 adlı kitabından; Aktaran: Hayati ÖZDOĞAN)



Yıl 1925. İlginç olay, Kahramanmaraş ili Elbistan ilçesi Kümbet köyü ile Güblüce köyü arasında yaşanır, olay şöyle seyreder:
Güplüce köyünden Özdoğanlar Ailesi'nin oğlu Yemliha, Elbistan ilçe merkezi Kümbet köyü (Şimdi mahalle) Mıstoğlar Kabilesinden (Götürler) Mustafa Efendi'ye hizmetkâr durur. Ahırı temiz tutması, malların su ve yemini vaktinde vermesi ile et ve süt verimini artırması yanında doğru, dürüst ve çalışkanlığı ile Mustafa Efendi'nin dikkatini çeker. Bu sevgi ve muhabbet sonucu kızı Zeynep ile evlendirir.
Yemliha-Zeynep mutlu bir yuva kurmuşlardır. İlk evlatları Durmuş Ali'dir (Merhum Durmuş Ali Özdoğan, Emniyet Bekçiliğinden emekli olmuştu). Ne var ki, bu mutluluk bir anda kesintiye uğrar, ilginç olay şöyle gelişir:
Kar yoğun. Kış çetin. Kurtlar gece şehre inmiş yakaladığı başıboş ve ev köpeklerini dahi yedikleri ertesi gün kar üzerindeki kan ve köpek deri parçalarından anlaşılıyor. Bu kadar azgınlaşan kurtlardan halka da saldıracağı kuşkusu artmakta ve bundan halk da son derece rahatsız olmaktadır. Azgın kurtların, ölen murdar hayvan leşlerine yoğun ilgi duyduğu bilinmektedir. Bazılarının gece bekleyip kurt vurduğunu da duyan Yemliha; “Bir kurt da ben vurayım” der. Gündüzden gördüğü bir eşek leşini akşam karanlığında getirip evin yakınındaki akmın (mayıs) yığını üstüne koyar. Gelen kurda evin takasından ateş edip vurduğu anda; “Gönünü …ne yaptım” diye söver. Bu sövmeyi duyan Zeynep Hanım; “Sen kurdun dinine sövdün, din Allah'ın dinidir. Nikâhımız gitti. Dinimizce ben boş oldum” deyip bohçasını alarak babasının evine gider. 
Yemliha bekâr, Zeynep dul. Yemliha'nın; “Ben kurdun gönüne sövdüm” demesi fayda etmez. Bazı hocaların; “nikâhın tazelenmesi yeterli” demesine karşın bazıları da “Zevce-i âhir gerekir” der. Tartışma uzar da uzar. (Zevce-i âhir; bir başka erkekle nikâhlanacak, karı-koca olduktan sonra, boşarsa eski kocası ile nikâhlanır; boşamazsa bir beis yok, onun hanımıdır. Bu durum oldukça riskli) 
Dul yaşama 10 ayı doldurmuştur. Sıkıntı arttıkça artmaktadır. Bu üzücü duruma çare aranması sürerken, bir de belli âlimlerden “Bedri Efendi'ye (Yinanç) baş vuralım” derler. Bilhassa kendi kendine fetva veren Zeynep Hanım'ı dinler. Yemliha Efendi'ye Zeynep'in dedikleri doğru mu?” der. “Evet, doğru” cevabını verir. Başka şahide gerek kalmaz. Bedri Efendi aile ilişkilerinden bahseden kitabı indirir. Nikâh faslını bulur. Hep okur. Kurdun, değil gönü, dini dese yine bir beis bulamaz. Kurdun zaten dini yoktur. “Nikâh tazelemeye bile gerek yok” der. Ancak; “Zeynep Hanım kuşkulanmış. Nikâh tazelensin” buyurur. Kendisi bizzat nikâhı tazeler. Yemliha-Zeynep ailesi muhterem Bedri Efendi'nin yüksek bilgisi sayesinde eski mutluluğuna kavuşurlar. 
Kaynak; Yemliha Efendi'nin torunu, elektrikçi Hayati Özdoğan, babası Durmuş Ali Efendi'den bizzat dinlemiştir. Ruhları şâd olsun.



                          

                          Dersten Kaçan Öğrenciler
       (Mehmet Göçer'in Un Sandığı-1 adlı kitabından; Aktaran: Ahmet BOYNUEĞRİ)






                                      Kasketli Hoca 
 (Mehmet Göçer'in Un Sandığı-1 adlı kitabından; Aktaran: Hafız Halil İbrahim BOYNUEĞRİ)







1) Un Sandığı-1 kitabına ulaşmak için;http://www.unsandigi.com/sandik1.asp
2) Un Sandığı-2 kitabına ulaşmak için;http://www.unsandigi.com/sandik2.asp

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder